Saturday, December 3, 2016

Bebek Alışverişi ve 30. hafta

Minik Canın gelmesine 2-3 hafta kaldı. Artık izne de ayrıldığım için biraz daha rahatım. Size 30. haftamızda yaptığımız bebek alışverişinden bahsedeceğim. 30. hafta bence iyi bir vakit bu alışveriş için. Insan biran once eksiklerini alip, yıkayıp temizleyip bir kenara koymak istiyor.

Internette dolasan bir suru liste var bebek hazirliklari konusunda. Ben bu listelerden gerekli olanlari etrafımdaki deneyimli annelerin tavsiyelerine gore süzüp yeni bir liste oluşturdum. Eşyaların bazıları da abimlerden gelince geriye ufak tefek birşeyler almak kaldı.

Alışveriş için genelde tavsiye edilen Eminonun'deki Havuzlu han. Ancak calıştığım için hafta içi Eminonu'ne gitme imkanım yoktu. Haftasonu da o kalabalığa girmeye cesaret edemedim. O yüzden evime daha yakın olan Ümraniye'deki bebek magazalarından eksiklerimi tamamladım. Aldığım şeyleri şöyle sıralayabilirim:

  1. 3-4 tane 0-3 aylık ve 3-4tane 3-6 aylık  bebek tulumu
  2. 10lu hastane çıkışı . 
  3. 1 penye battaniye (Bir tane de hastane çıkışının içinde var)
  4. 2  tane kalın battaniye. (Sıcak tutacak ama hafif olan bir kumaş tercih ettim. Birini gece üstüne örtmek için digerini dışarı çıkarken tulum yapıp içine sokmak için aldım.
  5. 2 tane nevresim takımı
  6. Yan yatma  yastığı(Sevi bebe)
  7.  Küvet takımi (Sevi bebe)
  8. Chicco nazal aspirator
  9. Puset icin bel destegi (Sevi bebe)
  10. Tirnak makasi takimi (Bebedor)
  11. Sac fircasi ve taragi (Bebedor)
  12. Onluk
  13. 4 tane omuz bezi (LC waikikiii'de çok uygun fıyata buldum)
  14. Çoraplarımız vardı o yüzden almadım.
  15. Kapşonlu havlu (içinden havlu kese de çıktı)
  16. Oda termometresi (Weebaby)
  17. Emzirme önlüğü
  18. Ağız bezi (10'lu paket Babyjem)
Bunların haricinde alınması gerekenler şapka, eldiven, şampuan, vücut losyonu, pişik kremi gibi ürünler. Şapka ve eldivenimiz vardı almadım. Kozmetikleri kızımın yengesi alacağını söyledi. Ancak kendim alsaydım sanırım Sebamed ürünlerini tercih ederdim. Ayrıca emzik ve biberon da önemli. Ben emzikte arkadaşımın tavsiyesiyle Philips Avent Smoothie'yi, biberonda ise Dr. Brown'sı tercih ettim Bebeklerde gaz ve koliti önleyen bir tasarıma sahipmiş bu biberonlar. Türkiye'de emzik ve biberon biraz pahalı olduğundan bunları Amerika'dan buraya gelen bir arkadaşım aldı. Ayrıca emzirme yastığı da almayı planladığım bir üründü. Bunu da bir arkadaşımdan ödünç aldım.

Bu alışveriş herşeyi olmasa da eksiklerin önemli bir kısmını tamamladı. Geriye kalanları da bir sonraki yazıda anlatacağım.

Aşağıdaki resimde merak edilebilecek bazı eşyalar yer almakta. Herkese hayırlı geceler dilerim.




Saturday, August 20, 2016

İçimdeki Can

Bugün tam 23 haftamız doldu içimdeki minik canla birlikte..Hala tam inananmıyorum ama minik yavrum içimde. Onun  hareketlerini hissetmek tüm sıkıntılarımı unutturuyor bana. Bu haftalardan sonra anne rahmindeki bebekler özellikle tiz sesleri duyabilirmiş. Bir yazıda bebekle şimdiden konuşmaya başlamanın ruh sağlığı açısından faydalı olacağını okumuştum. O yüzden arada bir laf atıyorum minik kuzuya. Bir de klasik müzik dinletmenin faydalarından bahsediliyor. Ben bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Eğer klasik Batı müziği sizin ruhunuzda sakinleştirici, huzur verici bir etki yaratmıyorsa bence onun yerine farklı müzik türleri deneyebilirsiniz. Ben klasik Türk müziğini dinlerken ruhumun daha çok beslendiğini hissediyorum. Amaç ruhunuzda dinginlik oluşturup bunu bebeklerimize yansıtmaksa herkes kendine uygun müzik reçetesini yazmalı bana kalırsa. Bir not olarak şunu da belirteyim. Bebekler doğduktan sonra anne karnındayken aşina oldukları sesleri duyduklarında rahatlar sakinleşirlermiş. Bu yüzden de hamilelik esnasında ara ara dinlenediğimiz belli seslerin, müziklerin olması faydalı olabilir. Ben ney ve bendir sesini çok sevdiğimden aşağıdaki linkte yer alan dinletiyi beğendim.



https://youtu.be/9zxdcilb-CA

Sunday, January 3, 2016

Aralık ayında Tiran-Saraybosna (kara yolculuğu)

Tiran'da kaldığımız otelimizden eşyaları alarak saat 10.40 civarı yola çıktık. Albarent'te görevli bayanın yaptığı bir uyarı kulaklarımda çınlıyordu. Kendisi "aman Karadağ ve Bosna Hersek'te çok dikkatli olun, trafik polisleri çok titiz oluyorlar o yüzden kurallara mutlaka uyun ve gece gündüz lambalarınızı açık tutun. Trafik cezası alırsanız ödemek için mahkemeye gitmeniz gerekir o da bir gününüze mal olur" demişti. Bu uyarı üstüne hemen lambaları yaktık ve her polis gördüğüm noktada garip ve sebepsiz şekilde gerileceğim bir yolculuğa koyulduk. Burada bir şerh düşerek Ferda'nın benim tam aksime gayet sakin olduğunu söylemem gerekiyor. Kendisini bu konuda takdir ettim çünkü benim gereksiz yere stres olmam, panik yapmam yolculuğumuzu hiçbir şekilde kolaylaştırmadı :-)

Rotamız şöyleydi: Tiran'dan kuzeye doğru yönelip İşkodra üzerinden Arnavutluk-Karadağ sınır kapısına ulaşacak oradan başkent Podgorica üzerinden yine kuzeye ilerleyip Bosna Hersek-Karadağ sınır kapısına varacaktık. Buradan sonra Saraybosna'ya zaten yaklaşık 90 km yol kalıyordu. Toplamda 383 kmlik bir yolumuz vardı ve google map bu yol için 6 buçuk saat öngörüyordu. Biz de sınır kapılarından geçişleri vs. gözönünde bulundurarak 7 buçuk saat civarında süreceğini tahmin ettik ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.

Öncelikle üç ülke içinde yolların en iyi olduğu ülke Arnavutluktu. Yolculuğun en rahat ve kolay kısmını gündüz yaptık. 380 km boyunca sadece Tiran İşkodra arasında yaklaşık 40 km'lik kısa bir mesafede duble yol vardı. Onun haricinde hep çift yönlü yollardan gittik.

Arnavutluk içinden geçerken dikkatimizi çeken düz ve tarım için gayet elverişli gözüken araziler oldu. Tahminimizden daha geri kalmış bir ülke olarak gördüğümüz Arnavutluk ekonomisinin kalkınması için bu arazilerin değerlendirilmesi gerektiği konusunda hem fikir olduk eşimle. İşkodraya gelene kadar devam eden bu araziler boyunca ara ara küçük köyler ve kasabalara rastladık.
İşkodra bu ülkedeki Karadağ sınırından önceki son şehirdi. Beni bu şehirle ilgili çok şaşırtan şey  şehir meydanına yakın 2-3 caminin bulunmasıydı. Buradan Müslüman nüfusun yoğun olduğu bir şehir izlenimi uyandırdı bende. Sonradan yaptığım araştırmalarda bu şehrin Osmanlı zamanında önemli bir ilim merkezi olduğu ve Balkan coğrafyasında oldukça yaygın olan Bektaşilik tarikatına ait bir de Bektaşi tekkesi olduğunu öğrendim ancak bizim hedef Saraybosna'ya ulaşmak olduğu için bu şehrin sadece içinden geçip yolumuza devam ettik.

Arnavutluk- Karadağ sınır kapısına saat iki civarı ulaştık. Zaten İşkodra'dan sonra "hudut kapısı" anlamına geldiği keşfettiğimiz "Hani i Hotit" tabelalarını takip ederseniz direk kapıya ualşıyorsunuz. Burada bir parantez açarak yolculuğumuz boyunca sesli navigasyon olarak "Navmii" uygulamasını kullandığımızı söylemek istiyorum. Seyahatimizi planlarken yolumuzu nasıl bulacağımız konusu kafamı kurcalayan önemli bir diğer konuydu. Araba kiralama şirketleri de günlüğü 8 euroya navigasyon aleti kiralıyorlar  ancak buna hiç gerek yok çünkü Navmii uygulaması gerçekten çok başarılı. Tek yapmanız gereken internet erişiminiz olduğu bir ortamda uygulamayı ve gezeceğiniz ülkelerin haritalarını indirmek. Ben bu yolculuk için 3 ülkenin haritasını bedavaya indirdim. Dolayısıyla yurtdışında yapacağınız arabalı gezilerde mutlaka tavsiye ediyorum bu uygulamayı.

Geri dönelim sınır kapısına...Arnavutluk'tan çıkış yaparken tek dikkat etmeniz gereken şey sıraya girmiş olan kamyonların arkasına takılmamak. Onların yanından geçip direk gişelere doğru ilerleyebilirsiniz. Çıkışlarda zaten sıkıntı olmuyor ancak insan her nedense diğer ülkeye girerken anlamsız bir gerginlik yaşıyor. Arnavutluk sınır kapısını  geçince hemen 200 m ileride Karadağ'ın kapısından giriş yaptık. Burada tek yapmanız gereken tek şey 15 euro tutarında "green card" adı verilen bir tür sigorta satın almak. Arnavutluk'ta aldığınız sigorta farklı ülkelerde geçerli olmadığı için bunu almanız gerekiyor.

Karadağdan içeri girer girmez daha dağlık bir coğrafyaya geldiğimizi hissettik. İşkodra gölünün kıyısında güzel manzara eşliğinde bir müddet gittikten sonra çok düzgün olmayan dar köy yolunu andıran bir yola girdik ve 10-15 km kadar bu yolda gittik. Daha sonra ise başken Podgorica istikametinde kuzeye doğru ilerledik.
Saat 4 civarı Podgorica'dan çıkmıştık. Mola vermek için yol kenarında düzgün görünen bir benzinlikte durduk. Hayatımdaki yediğim ilk peynirsiz pizzayı da burada yedikten sonra tekrar yola koyulduk. Şimdiye kadar iyi gitti, yolumuz da az kaldı diye sevinirken aslında yolun en zorlu kısmına başladığımızın farkında bile değildik. 4.30 civarı hava karardı ve dağların arasından kıvrıla kıvrıla giden karanlık yollara daldık. Bir de bu zifir karanlıkta yoğun bir sis çökünce hızımız 20-30 km ye düştü. İşin ilginci etraf o kadar karanlıktı ki hiçbir hayat belirtisi yoktu. Bu durum ister istemez bizi tedirgin etti. "Şimdi araba bozulsa ne yaparız?" diye düşünmekten kendimizi alamadık.

Dağların arasından kıvrıla kıvrıla giden bu yollarda yoğun sis ve karanlıkla mücadele ederek nihayet Karadağ sınır kapısına geldik. Bu arada hava sıcaklığı da Arnavutlukta 10-15 dereceyken Karadağ'da ağaçların üstü karla kaplıydı. Karadağ kapısından sorunsuz bir şekilde çıktık. Bu arada Karadağ sınır kapısındaki memurlar üç ülke içinde en sevimli ve güler yüzlü olanlarıydı. Biraz ilerleyip dar ahşap bir köprünün üstünden geçip Bosna-Hersek sınır kapısına geldik. O kadar zorlu bir yolculuktan sonra sınır kapısına varmış olmak gerçekten sevindiriciydi. Bir de her nedense bende Bosna Hersek'e ulaşınca yollar düzelecek gibi bir beklenti oluşmuştu. Ne kadar yanıldığımı daha sonra anladım..

Memur evrakları elinde evirmeye çevirmeye başladı, gitti arkadaşına birşeyler sordu. Bu arada bizde gerginlik hat safhaya ulaştı çünkü o kadar yorgunluğun ve zorlu yolculuğun üstüne bir sorun yaşamak istemiyorduk. Memur sonunda bize dönüp bizi alamayacağını green cardımızın olmadığını söyledi. Biz Karadağa girerken aldığımızı söylediğimiz halde, onun geçerli olmadığını Karadağ sınır kapısından Bosna Hersek için başka bir tane almamız gerektiğini söyledi. Bunu ilk duyduğumda bizi Karadağın giriş kapısına yollamak istediğini sandım. Yani o zorlu yolu tekrar geri gideceğimizi düşündüm bir an ve o an başından aşağı kaynar sular dökülmesi durumunu bizzat yaşadım. Ancak daha sonra bizi Karadağ çıkış kapısına yollamaya çalıştıklarını anladık. Geri döndük ve Karadağ sınır kapısına geldik. Memur bize karanlığın içinde bir yerleri göstererek "orada bir ev var oradan alabilirsiniz"dedi. O tarafa gittik ancak o taraftaki evlerin hiçbirinde hayat belirtisi olmadığını gördük geri dönüp memurlardan yardım istedik. Onlar da sağ olsunlar bizimle geldiler ve bir amcaya seslendiler. İçeriden tatlış bir amca çıktı. Sanki oraların muhtarı gibi bir havası vardı. Ayağında yün çetikleri ve terlikleriyle dışarıya fırlamıştı. Biz durumu anlattık o da araya İtalyanca kelimeler karıltırdığı kırık İngilizcesiyle hemen geri geleceğini söyledi. 15-20 dk. sonra geldi ve 30 euro değerindeki evrakı bize teslim etti. "Artık güvendesiniz sizi geri çeviremezler" dedi biz de o sevinçle tekrar Bosna Hersek sınır kapısına gittik. Bu sefer herşey tamamdı ve Bosna- Hersek'e girebildik.

Dediğim gibi ben Bosna Hersek sınırından girince yol koşullarının düzeleceğini beklerken son 90-95 km yolun en zorlu kısmı oldu. Bosna Hersek kapısından ilk girdiğinizde ülkenin Sırp Cumhuriyeti kısmından girmiş oluyorsunuz. Burada bir şerh düşmek istiyorum. Yaptığımız bazı okumalar ve gözlemleri de birleştirdiğimizde ülkenin bu kısmında kimlik olarak Bosna Hersekli'den ziyade insanların kendini Sırp olarak hissettiklerini anladık. Yol boyunca ara ara rastladığımız Sırbistan bayrakları da bu durumun  en önemli göstergesiydi.

Yola geri dönersek özellikle sınır kapısını geçince 30-40 km boyunca bozuk bir toprak yoldan gittik. Sonrasında da yine bir türlü kalkmayan ve görüşümüzü çok daraltan sis eşliğinde yine çift yön ve dar yollardan geçerek yolumuza devam ettik. Sis ha açıldı ha açılacak derken nihayet Saraybosna'ya geldik. Hedef Başçarşı yakınlarındaki konaklayacağımız adresti. Ancak Navmii şehirler arasında gösterdiği performansı şehirlerin içinde ayrıntılı adreslerde gösteremiyor. Biz de bunun üzerine yanlış yöne gittiğimizi hissederek yolda durup bir taksiciye Başçarşıyı sorduk. Nihayet biraz tarif biraz sevki İlahiyle Başçarşıya ulaştık sağ salim. Saat 21.30 -22.00 civarlarıydı. İlk işimiz açık bulduğumuz bir cevapzinitza'da (köftecide) ilk cevapi yani Boşnak köftelerimizi yedik. Sonra hemen tramvay yolu üstünde bulunan Saraj (Saray) pastanesine girerek kalacağımız yerin adresini gösterdik. Eşim pastanenin sahibinin yüzüne bakıp Türkçe konuşmaya başladı. Adam da geri Türkçe yanıt verince ben epey şaşırdım. "Türkçe konuştuğunu nereden anladın" diye sorunca eşim "içime doğdu" dedi. Bu şaşkınlıkla birer kahve ve çay içtikten sonra enerjimizin geriye kalan son damlasını da kullanarak Başçarşıya inen yokuşu sislerin içinde çıktık ve nihayet zorlu ve yorucu bir yolculuktan sonra konaklayacağımız adrese ulaştık. Aşağıda Karadağ yollarından kısa bir videomuz yer almakta.




Friday, January 1, 2016

Aralik ayinda Tiran-Saraybosna (Yolculuk öncesi hazırlıklar)

Benim çok gezen mi bilir çok okuyan mı sorusuna açık ve net cevabım çok gezendir. Bizzat gözlem yapılarak elde edilen bilgi insana aynel yakin mertebesinde bir ilme ulaştırıyor. O yüzden iş icabıyla yaptığım gezileri de bu anlamda elimden geldiği kadar değerlendirmeye çalışıyorum. Son olarak Aralık ayının başında Arnavutluğun başkenti Tiran'a gittim bir konferans için. Takip eden hafta sonunu da kullanarak eşimle Tiran üzerinden Saraybosna'ya geçmeye karar verdik. 

Geziden önce Tiran üzerinden Bosna Hersek'e seyahatle ilgili çok araştırma yaptım ancak net bir bilgiye ulaşamadım. Biraz da bu yüzden bu seyahatimle ilgili deneyimlerimi paylaşmayı önemli  buldum.
Araştırmalarım esnasında  anladığım bu ülkeler arasında otobüs vs. araçlarla ulaşımın çok çetrefilli olduğu idi. Birbirlerine çok yakın olmalarına rağmen maalesef bir tren hattı da mevcut değil. Bu Balkan coğrafyasının Avrupa'nın daha gelişmiş olan kesiminden ayrıştığı önemli noktalardan biri. Toplam 388 km'lik bir yol olmasına rağmen ilginç bir şekilde uçak biletlerinin de uçuk rakamlarda olduğunu ve Tiran'dan Saraybosna'ya bir çok uçuşun Sırbistan üzerinden olduğunu öğrenince Saraybosna'ya ulaşmanın tek yolunun araç kiralamak olduğu sonucuna vardım.

Biz Tiran'a gidip aracı orada kiralamak yerine Türkiye'deyken bu işi halletmeye karar verdik çünkü son anda bir sürprizle karşılaşmak istemedik. İnternette biraz araştırma yaptıktan sonra direk firmalardan kiralamak yerine tüm firmaların fiyatlarını kıyaslayan şirketler üzerinden bu işi yapmanın daha uygun olacağı sonucuna vardık. Araç kiralamayla ilgili bizim kafamıza takılan iki temel soru vardı. Bunlardan birincisi Türk ehliyetiyle bu işi yapıp yapamayacağımız diğeri ise Karadağ ve Bosna Hersek'e geçerken bu araçla herhangi bir sıkıntı yaşayıp yaşamayacağımızdı. 

İlk olarak rentalcargroup adlı şirket üzerindenn kiralama işlemini gerçekleştirdim. Şirket temsilcisiyne ülkeler arası bir seyahat yapacağımızı ve bu durumla ilgili bir sıkıntı olup olmadığını özellikle sordum. Kendisi aracı oldukları araba kiralama şirketi (SurPrice) nin Bosna Hersek ve Karadağa geçiş konusunda herhangi bir sınırlaması olmadığını belirtti. Bunun üzerine işlemi tamamladık ancak ben yine de içime düşen kurta teslim olup Surprice şirketinin Tiran'daki telefonlarını aradım. Konuştuğum yetkili Bosna Hersek'te Arnavutluk plakalarıyla ilgili sorunlar yaşadıklarını bu yüzden de Bosna Hersek'e araçlarıyla geçişimizin mümkün olmadığını söyledi bunun üzerine rezervasyonu hemen iptal ettik ancak Rentalcar group şirketinin bu önemli bilgiden habersiz şekilde bizi yanlış yönlendirmesi hoş olmadı.

Şansımı bu sefer de rentalcars.com adresinden denemek istedim. Bu sefer daha profesyonel bir yaklaşımla karşılaştım. Bu şirketteki yetkili AlbaRent adlı bir şirketten uygun fiyata 5 günlük bir araç buldu ve sınır ötesi seyahatle ilgili araştırma yapıp bana geri döneceklerini belirtti. Tam da dediği gibi ertesi gün arayarak Albarent'le Karadağ ve Bosna Hersek'e aracı sokma konusunda bir sıkıntı yaşamayacağımız söyledi. Tek yapmamız gereken gümrük kapılarında "yeşil kart" adıyla anılan bir  nevi sigorta satın almaktı.

Bu işleri yoluna koyduktan sonra seyahati başlatan esas sebep olan sunumuma konsantre oldum. Birkaç sesli provadan sonra hazırdım. 2 Aralık günü akşam 7 uçağıyla Atatürk hava alanından hareket eden uçakla  Tiran'a vardım. Tiran'a Pegasus havayolları Sabiha Gökçen'den haftanın belli günleri epey uygun fiyatlara uçuşlar düzenliyor. Ancak Çarşamba günü uçuşları olmadığından giderken THY'yi tercih ettim. Dönüş için ise bir sonraki Perşembe yine Rinas hava alanından bu sefer Pegasus ile Sabiha Gökçen'e uçak biletimizi aldım. Dönüşte yalnız olmayacaktım :-) 

3-4 Aralık günleri Tiran'daki meslektaşlarımın samimiyeti ve sunulan makalelerin ilginçliğiyle çok keyifli geçen bir konferansa katıldım, sunumumu yaptım. Epey de ilgi topladı diyebilirim. 4 Aralık günü biricik eşimin de Tiran'a gelişiyle birlikte Saraybosna seyahatinin heyecanı beni iyice kapladı. 

5 Aralık Cumartesi sabah erkenden Albarent'in şehir merkezindeki ofislerine gittik. İskender bey meydanında olan otelimize 15 dk yürüme mesafesindeydi ofis. Yanımızda Türk ehliyetleri, pasaportlar ve ödemeyi yaptığımıza dair form vardı. Belgeleri teslim ettik 15-20 dk. süren işlemin ardından Skoda Fabia markalı güzel bir arabanın anahtarlarını teslim aldık. Ofiste çalışan bayanlar çok kibar ve yardımseverdi. Onun için Tiran'da araba kiralamayı düşünenlere Albarent firmasını şiddetle tavsiye ederim.

5 Aralık Cumartesi sabah 10.40 ve Tiran'dan yola çıkıp Saraybosna yollarına koyulduk.


Sunday, September 29, 2013

Geri Donus

Uzun bir aradan sonra geri dondum bloguma. Bu uzun ara esnasinda hayatimda bircok sey degisti hayatimda. En onemlisi artik ogrenci degilim, adimin basinda bir Dr. unvanini da haketmis bulunmaktayim ve memleketteyim :-) Ilk senemi tam 25 gun once tamamladim. Tam 3 Eylul 2012 gunu buyuk tedirginliklerle basladigim yeni isimde ikinci yilim basladi. Ogrendigim seyleri, hayatima giren insanlari dusununce cok hareketli bir yil oldu diyebilirim. Biri Arap yarimadasina digeri Avrupaya olmak uzere iki yurtdisi seyahati  yaptim. Ankara- Istanbul arasi artik su yolu oldu. Bundan once gecirdigim 7 yilin okul , ev  ve donem donem adlari degisen kafeler arasinda mekik dokumaktan ibaret oldugunu dusunursek bunlar devrim niteliginde gelismeler. Doktora yillarini ozluyorum diyemem ama ara ara birlesik devletlere dair birseyler i ozledigimi hissediyorum. Insan hayatinin  %20lik dilimini bir ulkede gecirince ikinci ev gibi hissedebiliyormus gercekten de. Ya da belki hissettigim sadece bir zamanlar yasadigin ve su an elinde olmayana duyulan ozlemdir. Pittsburghtan ayrilanlarin turettigi "missburgh" adi daha anlami geliyor simdi. Her karesi benim icin anlam ifade eden bir video paylasayim istedim. Pittsburghta  cekilmis degisik filmlerin kolajindan olusan bu kisa film beni sehrin koprulerine, tunellerine kimbilir kac kere gectigim  W376 yolunda muzelerine, statlarina, mount washington tepesine, sehrin ustunde buram buram tuten steelers ruhuna geri goturdu.. Videoda yer alan kareler ise The Next Three Days, Perks of Being a Wallflower, Adventureland, Abduction, Jackreacher, Flash Dance, Inspector Gadget, Grouhdhog Day, Iron Man, Wonder Boys, Sudden Death, The Kill Point, Angels in the Outfield. Simdi sirada bu filmlerin hepsini izlemek var. Zira aralarinda bir tek Groundhog day'i izlemistim.

Tuesday, March 29, 2011

Twitter

Bugun yeni bir sosyal aga dahil oldum cok vaktim varmis gibi. Daha rafine buldum ortami, bilgi akisi da daha kaliteli geldi. Ilk gunden 3 tane tweet girdim, ama fazla kaptirmamak lazim. Hayirli olsun diyelim yeni sosyal networkumuz.

Saturday, March 5, 2011

Aslima

Ben senin kadar uzun cumleler kuramam bilirsin ama en samimi ve yurekten arz-i halimdir bu yazdiklarim. Bugunlerde cok ozledim seni yol arkadasim. Kisa surdu belki birlikte yaptigimiz yolculuk ama cok sey sigdi icine. Sen hala benim yol arkadasim, can yoldasimsin aramizda bir okyanus olsa da. Buradan giderken herkese tek tek tenbihlemistin beni ya, aslinda gerek yoktu. Seninle yasadiklarimiz anilarin ve hayalin bana yetiyor. Bazen gozlerimi kapayip sesini hayal ediyorum sonra dusunuyorum "ne derdi bana simdi? " diye. Uzgun oldugumu gorunce ziplaya ziplaya kosar yanima boynuma sarilirdi, ben gulene kadar da birakmazdi boynumu diyorum sonra sariliyor hayalin boynuma. Aldigim cikolatalara bakiyorum hepsi yerinde duruyor, burada olsaydi yerdi diyorum. Senin payini sakliyorum, gecmiyor bogazimdan. Evin icinde hersey olmasi gerektigi yerde duruyor artik ama keske olsa da karistirsa diyorum icimden. Keske burda olsan da birlikte yine cay icsek, dedikodu yapsak, film izlesek, ben aglasam sen de sasirsan -ben kadar kolay aglayamazsin sen bilirim. Crazy mochayi acsak ve kapasak, bulasik yikasak, dut toplasak recel yapsak. Kossak parkin icinde bagira bagira sarki soylesek. Adim basi resim cekmek icin dursak da o yol hic bitmese ve biz hep birlikte olsak ne guzel olurdu di mi?
Ozluyorum yol arkadasim seni hem de cok..