Tiran'da kaldığımız otelimizden eşyaları alarak saat 10.40 civarı yola çıktık. Albarent'te görevli bayanın yaptığı bir uyarı kulaklarımda çınlıyordu. Kendisi "aman Karadağ ve Bosna Hersek'te çok dikkatli olun, trafik polisleri çok titiz oluyorlar o yüzden kurallara mutlaka uyun ve gece gündüz lambalarınızı açık tutun. Trafik cezası alırsanız ödemek için mahkemeye gitmeniz gerekir o da bir gününüze mal olur" demişti. Bu uyarı üstüne hemen lambaları yaktık ve her polis gördüğüm noktada garip ve sebepsiz şekilde gerileceğim bir yolculuğa koyulduk. Burada bir şerh düşerek Ferda'nın benim tam aksime gayet sakin olduğunu söylemem gerekiyor. Kendisini bu konuda takdir ettim çünkü benim gereksiz yere stres olmam, panik yapmam yolculuğumuzu hiçbir şekilde kolaylaştırmadı :-)
Rotamız şöyleydi: Tiran'dan kuzeye doğru yönelip İşkodra üzerinden Arnavutluk-Karadağ sınır kapısına ulaşacak oradan başkent Podgorica üzerinden yine kuzeye ilerleyip Bosna Hersek-Karadağ sınır kapısına varacaktık. Buradan sonra Saraybosna'ya zaten yaklaşık 90 km yol kalıyordu. Toplamda 383 kmlik bir yolumuz vardı ve google map bu yol için 6 buçuk saat öngörüyordu. Biz de sınır kapılarından geçişleri vs. gözönünde bulundurarak 7 buçuk saat civarında süreceğini tahmin ettik ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.
Öncelikle üç ülke içinde yolların en iyi olduğu ülke Arnavutluktu. Yolculuğun en rahat ve kolay kısmını gündüz yaptık. 380 km boyunca sadece Tiran İşkodra arasında yaklaşık 40 km'lik kısa bir mesafede duble yol vardı. Onun haricinde hep çift yönlü yollardan gittik.
Arnavutluk içinden geçerken dikkatimizi çeken düz ve tarım için gayet elverişli gözüken araziler oldu. Tahminimizden daha geri kalmış bir ülke olarak gördüğümüz Arnavutluk ekonomisinin kalkınması için bu arazilerin değerlendirilmesi gerektiği konusunda hem fikir olduk eşimle. İşkodraya gelene kadar devam eden bu araziler boyunca ara ara küçük köyler ve kasabalara rastladık.
İşkodra bu ülkedeki Karadağ sınırından önceki son şehirdi. Beni bu şehirle ilgili çok şaşırtan şey şehir meydanına yakın 2-3 caminin bulunmasıydı. Buradan Müslüman nüfusun yoğun olduğu bir şehir izlenimi uyandırdı bende. Sonradan yaptığım araştırmalarda bu şehrin Osmanlı zamanında önemli bir ilim merkezi olduğu ve Balkan coğrafyasında oldukça yaygın olan Bektaşilik tarikatına ait bir de Bektaşi tekkesi olduğunu öğrendim ancak bizim hedef Saraybosna'ya ulaşmak olduğu için bu şehrin sadece içinden geçip yolumuza devam ettik.
Arnavutluk- Karadağ sınır kapısına saat iki civarı ulaştık. Zaten İşkodra'dan sonra "hudut kapısı" anlamına geldiği keşfettiğimiz "Hani i Hotit" tabelalarını takip ederseniz direk kapıya ualşıyorsunuz. Burada bir parantez açarak yolculuğumuz boyunca sesli navigasyon olarak "Navmii" uygulamasını kullandığımızı söylemek istiyorum. Seyahatimizi planlarken yolumuzu nasıl bulacağımız konusu kafamı kurcalayan önemli bir diğer konuydu. Araba kiralama şirketleri de günlüğü 8 euroya navigasyon aleti kiralıyorlar ancak buna hiç gerek yok çünkü Navmii uygulaması gerçekten çok başarılı. Tek yapmanız gereken internet erişiminiz olduğu bir ortamda uygulamayı ve gezeceğiniz ülkelerin haritalarını indirmek. Ben bu yolculuk için 3 ülkenin haritasını bedavaya indirdim. Dolayısıyla yurtdışında yapacağınız arabalı gezilerde mutlaka tavsiye ediyorum bu uygulamayı.
Geri dönelim sınır kapısına...Arnavutluk'tan çıkış yaparken tek dikkat etmeniz gereken şey sıraya girmiş olan kamyonların arkasına takılmamak. Onların yanından geçip direk gişelere doğru ilerleyebilirsiniz. Çıkışlarda zaten sıkıntı olmuyor ancak insan her nedense diğer ülkeye girerken anlamsız bir gerginlik yaşıyor. Arnavutluk sınır kapısını geçince hemen 200 m ileride Karadağ'ın kapısından giriş yaptık. Burada tek yapmanız gereken tek şey 15 euro tutarında "green card" adı verilen bir tür sigorta satın almak. Arnavutluk'ta aldığınız sigorta farklı ülkelerde geçerli olmadığı için bunu almanız gerekiyor.
Karadağdan içeri girer girmez daha dağlık bir coğrafyaya geldiğimizi hissettik. İşkodra gölünün kıyısında güzel manzara eşliğinde bir müddet gittikten sonra çok düzgün olmayan dar köy yolunu andıran bir yola girdik ve 10-15 km kadar bu yolda gittik. Daha sonra ise başken Podgorica istikametinde kuzeye doğru ilerledik.
Saat 4 civarı Podgorica'dan çıkmıştık. Mola vermek için yol kenarında düzgün görünen bir benzinlikte durduk. Hayatımdaki yediğim ilk peynirsiz pizzayı da burada yedikten sonra tekrar yola koyulduk. Şimdiye kadar iyi gitti, yolumuz da az kaldı diye sevinirken aslında yolun en zorlu kısmına başladığımızın farkında bile değildik. 4.30 civarı hava karardı ve dağların arasından kıvrıla kıvrıla giden karanlık yollara daldık. Bir de bu zifir karanlıkta yoğun bir sis çökünce hızımız 20-30 km ye düştü. İşin ilginci etraf o kadar karanlıktı ki hiçbir hayat belirtisi yoktu. Bu durum ister istemez bizi tedirgin etti. "Şimdi araba bozulsa ne yaparız?" diye düşünmekten kendimizi alamadık.
Dağların arasından kıvrıla kıvrıla giden bu yollarda yoğun sis ve karanlıkla mücadele ederek nihayet Karadağ sınır kapısına geldik. Bu arada hava sıcaklığı da Arnavutlukta 10-15 dereceyken Karadağ'da ağaçların üstü karla kaplıydı. Karadağ kapısından sorunsuz bir şekilde çıktık. Bu arada Karadağ sınır kapısındaki memurlar üç ülke içinde en sevimli ve güler yüzlü olanlarıydı. Biraz ilerleyip dar ahşap bir köprünün üstünden geçip Bosna-Hersek sınır kapısına geldik. O kadar zorlu bir yolculuktan sonra sınır kapısına varmış olmak gerçekten sevindiriciydi. Bir de her nedense bende Bosna Hersek'e ulaşınca yollar düzelecek gibi bir beklenti oluşmuştu. Ne kadar yanıldığımı daha sonra anladım..
Memur evrakları elinde evirmeye çevirmeye başladı, gitti arkadaşına birşeyler sordu. Bu arada bizde gerginlik hat safhaya ulaştı çünkü o kadar yorgunluğun ve zorlu yolculuğun üstüne bir sorun yaşamak istemiyorduk. Memur sonunda bize dönüp bizi alamayacağını green cardımızın olmadığını söyledi. Biz Karadağa girerken aldığımızı söylediğimiz halde, onun geçerli olmadığını Karadağ sınır kapısından Bosna Hersek için başka bir tane almamız gerektiğini söyledi. Bunu ilk duyduğumda bizi Karadağın giriş kapısına yollamak istediğini sandım. Yani o zorlu yolu tekrar geri gideceğimizi düşündüm bir an ve o an başından aşağı kaynar sular dökülmesi durumunu bizzat yaşadım. Ancak daha sonra bizi Karadağ çıkış kapısına yollamaya çalıştıklarını anladık. Geri döndük ve Karadağ sınır kapısına geldik. Memur bize karanlığın içinde bir yerleri göstererek "orada bir ev var oradan alabilirsiniz"dedi. O tarafa gittik ancak o taraftaki evlerin hiçbirinde hayat belirtisi olmadığını gördük geri dönüp memurlardan yardım istedik. Onlar da sağ olsunlar bizimle geldiler ve bir amcaya seslendiler. İçeriden tatlış bir amca çıktı. Sanki oraların muhtarı gibi bir havası vardı. Ayağında yün çetikleri ve terlikleriyle dışarıya fırlamıştı. Biz durumu anlattık o da araya İtalyanca kelimeler karıltırdığı kırık İngilizcesiyle hemen geri geleceğini söyledi. 15-20 dk. sonra geldi ve 30 euro değerindeki evrakı bize teslim etti. "Artık güvendesiniz sizi geri çeviremezler" dedi biz de o sevinçle tekrar Bosna Hersek sınır kapısına gittik. Bu sefer herşey tamamdı ve Bosna- Hersek'e girebildik.
Dediğim gibi ben Bosna Hersek sınırından girince yol koşullarının düzeleceğini beklerken son 90-95 km yolun en zorlu kısmı oldu. Bosna Hersek kapısından ilk girdiğinizde ülkenin Sırp Cumhuriyeti kısmından girmiş oluyorsunuz. Burada bir şerh düşmek istiyorum. Yaptığımız bazı okumalar ve gözlemleri de birleştirdiğimizde ülkenin bu kısmında kimlik olarak Bosna Hersekli'den ziyade insanların kendini Sırp olarak hissettiklerini anladık. Yol boyunca ara ara rastladığımız Sırbistan bayrakları da bu durumun en önemli göstergesiydi.
Yola geri dönersek özellikle sınır kapısını geçince 30-40 km boyunca bozuk bir toprak yoldan gittik. Sonrasında da yine bir türlü kalkmayan ve görüşümüzü çok daraltan sis eşliğinde yine çift yön ve dar yollardan geçerek yolumuza devam ettik. Sis ha açıldı ha açılacak derken nihayet Saraybosna'ya geldik. Hedef Başçarşı yakınlarındaki konaklayacağımız adresti. Ancak Navmii şehirler arasında gösterdiği performansı şehirlerin içinde ayrıntılı adreslerde gösteremiyor. Biz de bunun üzerine yanlış yöne gittiğimizi hissederek yolda durup bir taksiciye Başçarşıyı sorduk. Nihayet biraz tarif biraz sevki İlahiyle Başçarşıya ulaştık sağ salim. Saat 21.30 -22.00 civarlarıydı. İlk işimiz açık bulduğumuz bir cevapzinitza'da (köftecide) ilk cevapi yani Boşnak köftelerimizi yedik. Sonra hemen tramvay yolu üstünde bulunan Saraj (Saray) pastanesine girerek kalacağımız yerin adresini gösterdik. Eşim pastanenin sahibinin yüzüne bakıp Türkçe konuşmaya başladı. Adam da geri Türkçe yanıt verince ben epey şaşırdım. "Türkçe konuştuğunu nereden anladın" diye sorunca eşim "içime doğdu" dedi. Bu şaşkınlıkla birer kahve ve çay içtikten sonra enerjimizin geriye kalan son damlasını da kullanarak Başçarşıya inen yokuşu sislerin içinde çıktık ve nihayet zorlu ve yorucu bir yolculuktan sonra konaklayacağımız adrese ulaştık. Aşağıda Karadağ yollarından kısa bir videomuz yer almakta.